Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, demokrasi, laiklik, ifade o¨zgu¨rlu¨gˆu¨, adalet, toplumsal cinsiyet es¸itligˆi ve 21. yu¨zyıla uygun bir egˆitimin, ihtiyacımız olan temeli sagˆlamlas¸tıracağına inandıklarını vurgulayarak demokratik standartların yükseltilmesi gerektiğini söyledi.
Geçen dönemlerde doğru makro adımlar atmakta çok zaman kaybedildiğne dikkat çeken Turan, “Enflasyonu ne zaman kontrol altına alırsak o zaman rahatlayacağımızı düşünüyorum” dedi. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ile son ekonomik gelişmeleri konuştuk.
- Önümüzde duran bir yerel seçim var. Seçime giderken nelere dikkat edilmesi gerekiyor?
Enflasyonla yoğun mücadele ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu politikamızı kararlılıkla sürdürmeliyiz. Dolayısıyla yerel seçimler öncesinde de bu politikadan sapmamak gerekiyor ki ilerleyen dönemde enflasyonla mücadelemiz yeniden riske girmesin. Bu anlamda maliye politikasının da sıkı para politikasına verdiği ve vereceği desteğin önemi ortada. Her iki politikanın da seçim öncesi ve sonrasında eşgüdümle devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
DOĞRU MAKRO ADIMLAR ATMAKTA ÇOK ZAMAN KAYBETTİK
- Reel sektörün uzun süredir en fazla şikayet ettiği konu krediye ulaşamamak. Faiz düşükken kredi kanalları kapalıydı, şimdi kredi olsa maliyetler faizler çok yüksek, buradaki darboğaz nasıl aşılır, Reel rektörün kaynak ihtiyacı şu anda ne durumda?
Reel sektörün her dönem olduğu gibi bu dönemde de kaynak ihtiyacı var. Tasarrufları yeterli bir ekonomi değiliz. Dolayısıyla ister büyüme ister yatırımlar olsun kaynak ihtiyacı ortada ve üretimi sürdürmek için elzem. Geçtiğimiz dönemlerde doğru makro adımlar atmakta çok zaman kaybettik. Bugün bunun maliyetini yaşıyoruz ve bu bir süre daha devam edecek. Çünkü enflasyonla mücadelenin başka bir yolu maalesef mevcut değil. Bugün bu adımlardan vazgeçip yeniden ucuz kaynak verelim dense ilerleyen dönemde çok daha derin bir enflasyon problemiyle karşılaşacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Enflasyonu ne zaman kontrol altına alırsak o zaman rahatlayacağımızı düşünüyorum. Buradaki beklentimiz de yılın ilk yarısının, ikinci yarısına kıyasla biraz daha zor geçeceği şeklinde.
ÜRETİCİ OLARAK AYAKTA KALMAK ZORLAŞIYOR
- OVP’de de görüyoruz ki enflasyon en az gelecek 2 yıl daha yüksek kalacak, Enflasyon konusundaki öngörüleriniz neler, enflasyonun yarattığı sıkıntılardan bahsedebilir misiniz?
Bugün reel kesimin maruz kaldığı problemlerin temelinde yüksek enflasyon yatıyor. Sorunuzda iki yıl daha enflasyon yüksek kalacak dediniz ben biraz daha farklı bakıyorum. Burada geride bıraktığımız 6 aydır net ve kararlı bir mücadele başlamış durumda. Ve Mayıs-Haziran 2024’ten itibaren enflasyonda düşüşün başlamasını bekliyoruz. Dolayısıyla önümüzdeki iki yıla dair bu denli karamsar değilim ama elbette ki geçmişte enflasyonda gördüğümüz tek haneler halen çok uzak. Yüksek enflasyon verimlilik artışına hatta küresel ekonomide rekabet gücünüze kadar her türlü gelişimin önünde engel teşkil ediyor. Dünya ekonomisinden aldığınız pay düşüyor. Ve en üzücü olanı da refah seviyesinin belirgin şekilde düşmesi. Tüm bunların yaşandığı bir ekonomide üretici olarak ayakta kalmak da zorlaşıyor. Tam da bu sebepten enflasyon konusunun sadece Türkiye için değil tüm küresel ekonomi için çok mühim bir konu olduğunu bilmeliyiz. Sağlıklı işleyen bir ekonominin olmazsa olmazı düşük ve dengede bir enflasyon seviyesidir.
ANA SORUN YÜKSEK ENFLASYON
- Şu anda üyelerinizin yaşadığı en temel problemler neler, en çok şikayetler hangi alanlarda yoğunlaşıyor?
Yüksek enflasyonun yarattığı sonuçlar ana sorun. Elbette ki sadece iş dünyası değil her kesim yüksek enflasyonun yarattığı sonuçlardan mutsuz. Maliyet artışlarını bir tarafa koyun oldukça mutsuz bir gençlik var ve istihdam tarafında da sorun yaşanıyor. Beyin göçü de yoğun. Teknik personel, ki ben ana eleman diyorum, tarafında da keza eksiklik malum. Odak noktanız bu konular olunca da verimlilik artışı gibi stratejik konulara yoğunlaşmanız zorlaşıyor. Gün sonunda kalkınma tarafında ciddi sorunlar ortaya çıkıyor. Özetle mikro taraftan başlayan ve makro alana giden bir problemli süreç söz konusu. Umuyorum ki kısa vadede bunları geride bırakıp aslında esas yoğunlaşıp kafa yormamız gereken üretkenlik artışı, eğitim, nitelikli işgücü gibi çok daha mühim konular üzerine eğilebileceğiz.
- Sizce Türkiye ekonomisinin en temel problemleri neler, çözüm için neler öneriyorsunuz?
Ekonomideki en temel konu kurumların bağımsız politika inşa edebilme kapasitesi. Kurumlarınız güçsüz ise o ekonomide ne refah artışı sağlayabilirsiniz ne de üretkenlik olur. Bu bir zincir, her veri birbirini tetikler ve gün sonunda mutsuz bir toplum ortaya çıkar.
Keza ekonomide temel soruna değineceksek bu bizi hukuk ve eğitim konuşmaya kadar götürür. Hukukta öngörülebilirliğin sağlanması yanında beşeri sermayenin ekonomiye verdiği ve vereceği katkı çok önemli. Çünkü reform yaparken de nitelikli insan kaynağına ihtiyacınız var, teknolojik gelişmeyi takip ederken de, makro politika oluştururken de. Beşeri sermaye olmadan hiçbir ekonomide sağlıklı işleyişin yakalanabileceğini düşünmüyorum. Bugün çokça konuştuğumuz yapay zekâ süreçlerinin temelinde de yine gelişmiş bir beşeri sermaye mevcut.
6-7 YILDIR YERİMİZDE SAYIYORUZ
- Avrupa pazarında ciddi bir daralma sözkonusu, özellikle ihracat tarafında ciddi sıkıntı var, Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşını da düşününce Türkiye ihracat anlamında neler yapmalı, hangi adımları atmalı?
İhracat tarafında özellikle son 6-7 yıldır gelişime baktığımızda dünyadan pay kapma anlamında yerimizde saydığımızı söyleyebilirim. Bu konunun iki temel bacağı var biri mikro yani sektörel ihtiyaçlar diğeri ise makro yani ülke ekonomisinin genel sağlığı. Burada her iki konuda da sorun yaşadık, halen yaşıyoruz. Sektörel konulara odaklanmanız için önce ülke ekonomisinin rahatlaması gerekiyor yani kur-faiz-enflasyon sorunlarını geride bırakmaktan bahsediyorum. Bunun ardından hangi sektörün hangi yapısal dönüşüme ihtiyacı var tek tek odaklanmak lazım.
Ne yazık ki Avrupa’nın durumu yapısal gözüküyor yani çok da geçici olmama riski var. İhracatımızda bölgesel çeşitlendirmeye gidememiş durumdayız. Rekabet avantajından anlaşılan şey kurun değer kaybetmesi. Oysa ki bu çok da geçerli değil artık. Teknolojiye dayalı bir verimlilik artışımızın olmaması rekabette dezavantaj getiriyor. Teknoloji temelli bir verimlilikten uzak olunca bu sefer emek yoğun sektörlerinizde işgücü maliyetinin akranlarınızın, rekabet ettiğiniz bölgelerin üzerine çıkmış olması ya da ekonomi olarak rekabet avantajı sağlayacak düzeyde markalaşmanızın olmaması sorun oluyor. Tüm bunları kademe kademe çözemez ve sadece TL’nin değeri üzerinden konuya yaklaşırsak bu işin içinden çıkamayız.
EKONOMİ YÜZDE 2-3 YAVAŞLAYABİLİR
- 2024 için; büyüme, enflasyon, işsizlik, ihracat, döviz kuru, cari açık, faiz konusunda öngörüleriniz neler, bu alanlarda ne tür riskler görüyorsunuz?
2024 yılında enflasyonun yılın ikinci yarısından itibaren düşmesini bekliyoruz. Halen aşırı bir tüketim mevcut. Bunun normalleşmesi gerekiyor ki enflasyonu kontrol edebilelim. Merkez Bankası’nın sıkı duruşuna devam etmesini bekliyoruz. Bu sıkı duruş içinde elbette yatırım ve ihracat kredileri için hali hazırda açılmış olan alanın genişlemesi de olası. İhracat tarafında az evvel değindiğim gibi önümüzdeki yıl hızlı bir toparlanma çok olası değil. Fakat ithalatımız da yavaşlayacaktır. Dolayısıyla döviz ihtiyacı tarafında çok sorun yaşamayı beklemiyoruz, bu anlamda 2024 rahat geçebilir. TL’de zaten oluşmuş bir ortak görüş mevcut, reel anlamda değer kazancı olası. Faiz bir müddet daha yüksek kalacaktır ve Merkez Bankası rezerv biriktirmeye devam edecektir diye düşünüyorum. Gördüğümüz en önemli risk ise, şu an son derece kararlı devam eden enflasyonla mücadele programının sekteye uğraması. Burada kararlılıkla devam edersek ekonomi bir müddet muhtemelen %2-3 bandına yavaşlayacaktır fakat ardından daha sağlıklı bir büyüme patikasına oturacağımızı tahmin ediyorum.
- TÜSİAD da sürekli yapısal reformlara vurgu yapıyor, sizce adım atılması gereken acil ilk 3 madde hangisi?
Enflasyon tarafında atmamız gereken adımları atıyoruz. Fakat enflasyonla mücadele etmek yeterli değil. TÜSİAD’ın “Yeni bir anlayışla geleceği inşa” çalışmasında kalkınmamızı üç temel unsura bağlamıştık. Birincisi, çağın gerektirdiği nitelikte eğitimle insani gelişme ve yetkinleşmeyi sağlamamız lazım. İkincisi, bilimi ve teknolojiyi esas almamız lazım. Üçüncüsü, hukuk devletinden demokrasiye, ekonomiden çevreye kadar her alanda kurum ve kurallarımızı güçlü, kapsayıcı ve güvenilir hale getirmemiz lazım. Kısaca söylersem “insan, bilim, kurumlar” reform sürecinde hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken üç unsur.
DEMOKRATİK STANDARTLARI YÜKSELTMELİYİZ
- Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girdik. Bu yüzyılın temel değerleri neler olmalı?
TÜSİAD’ın Cumhuriyet kutlamasında da belirtmiş olduğum gibi “Cumhuriyeti cumhuriyet yapan degˆerleri” yeniden parlatmalıyız. Demokrasi, es¸it yurttas¸lık, laiklik, ifade o¨zgu¨rlu¨gˆu¨, adalet, toplumsal cinsiyet es¸itligˆi ve 21. yu¨zyıla uygun bir egˆitimin, ihtiyacımız olan temeli sagˆlamlas¸tıracağına inanıyoruz. Gelecegˆimize, bu kavramların hakkıyla hayata gec¸irilmesi yo¨n verecek.
Cumhuriyetin 100. yılı dolayısıyla sene boyunca farklı kesimlerden temsilcilerin katılımıyla bir dizi çalıştaya ev sahipliği yaptık. Tartışma başlıklarından biri “2. Yüzyılımızda Cumhuriyeti ve demokrasiyi nasıl güçlendireceğiz?” sorusuna odaklandı. Cumhuriyetimizin ulusal egemenlik, eşit vatandaşlık, eğitim ve fırsat eşitliği, laiklik, kadın hakları gibi çok önemli kazanımları olduğu ancak istikrarlı bir demokrasi niteliği kazanamadığı tespiti yapıldı. Siyasal hayata katılım kanallarının açıklığı, haklar ve özgürlükler, her yurttaşın eşitliği, hukukun üstünlüğü, denge ve denetleme mekanizmaları gibi başlıklardaki kazanımlar kısıtlı görülüyor. Diğer taraftan dünyada aşırı sağın etki alanının genişlemesi gibi faktörlerden dolayı tüm demokrasiler sorunlar yaşıyor. Tüm bu sorunlar hem siyasi partiler gibi geleneksel politik yapılanmaların hem de bizim çalıştaylarda olduğu gibi farklı kesimlerin sistematik demokratik müzakereler, söyleşmeler yapmasını gerekli kılıyor. Demokratik standartları yükseltmeliyiz.
ADALET ESAS ALINARAK ÇÖZÜLMELİYDİ
- Can Atalay davası ile ilgili AYM ve Yargıtay kararları hukuk devleti açısından bir tedirginlik yaratıyor mu?
Bazı temel ilkeleri hatırlamakta fayda var. Herkes adalet önünde eşittir, yasaların herkese eşit uygulanması gerekir. Mahkeme kararlarında çelişki olmaz, kararlar herkes için bağlayıcıdır. Adalete güveni sarsmamalıyız. Yargı organları arasında çekişme görüntüsünün, adaleti esas alarak çözülmesi gerekirdi. Bireysel başvuru hakkının etkili bir başvuru yolu olmadığı bir noktaya gelmenin ülkemiz için iyi olacağını söyleyemeyiz.